24 Haziran 2012 Pazar

Yazar nedir ki????

Yazmayalı bayağı olmuş, özür dilerim hepinizden.
Ama 6. sınıf zordu. Şimdi 7. sınıftayım. Daha da zor olacak.
Bugün blogumun açıklamasını değiştirdim.
Eskiden "Yazarlığa giden yol" iken, şimdi " İçinizdeki yazarı ortaya çıkarın".
Neden mi?
Bence yazmaktan hoşlanan, yazarken kendini ifade eden, yazmayı seven her kişi bir yazardır kendi çapında.
Bu yüzden hepinize kendinize yazarken serbest bırakmanızı öneriyorum.

Kendinizi sıkmayınz...

28 Nisan 2011 Perşembe

Birkaç tavsiye......

İnternetten (karelidefter.blogspot.com'den) alınmıştır.
1- Bir yazar odasına mahkûm değildir. Daktilosuna ya da bilgisayarına bağımlı olmamalıdır. Gerçekten yazar olmayı düşünüyorsanız sokakta, yolda, kahvede düşünürken ya da dinlenirken de yazabilmelisiniz.

Özellikle kağıt kalemden kaçınmamalısınız sizin amacınız yazmak ve bunun neyle yapıldığı önemli değil. İlla daktilonun ya da bilgisayarın başına oturmanız gerekmiyor.

Önemsemediğiniz bir duygu, düşünce vaktinde unutulmadan bir yere not alınırsa, ileride bir gün bu notu üzerinde çalıştığınız yazınıza ekleyerek eserinizi ayrıntılı bir hale getirme imkânını yakalamış olursunuz.

Unutmayın ki bir yazar gördüğü hissettiği her şeyi bilerek ya da bilmeyerek eserine yansıtır. Bilerek, yaşanmış bir duygudan yola çıkan notlardan oluşturulan fikirler eserinizi daha gerçekçi kılacaktır.

2- İyi bir yazı için sessiz bir yerde güzel bir eve ya da bir villaya ihtiyacınız yok. Bunu aklınızdan çıkarmayın ki ikide bir “Benim imkânlarım sınırlı” bahanesiyle kendinizi yazmaktan vazgeçirmeyin.

Bertolt Brecht Nazilerden kaçarken otel odalarında (Finlandiya’da) yazmaya devam ederek birçok güzel eser yaratmıştı. Bazı yazarların imkânsızlıktan eserlerini kahve masalarında yazdığı bilinen bir şeydir. (burada, bizim yazarlarımızın hapishanelerde bitirdikleri eserleri hatırlamadan edemeyeceğim)

Onları örnek alarak her yerde yazılabileceğini anlamamız, yazmak için lüks ve rahat bir yer gerekmediğini öğrenmemiz akılda tutulması gereken en önemli konudur.

3- Yazınızı bitirince mutlaka bazı değişmesi gereken yerler olduğunu kabul edin. Yazdıklarınızın daha iyi bir etki bırakması için, atılınca anlamdan bir şey kaybettirmeyen kelimelerin, cümlelerin ya da paragrafların üstünü çizip, hiç çekinmeden atın. İyi bir yazar, ortaya çıkan eserin ilk halinin o eserin son hali olmadığını bilir.

4- Her gün ne kadar yazacağınıza karar verin, böylece kendiliğinden bir çalışma temposu oluşacaktır. Bu tempoyu devam ettirmek için ne zamanlar size uygunsa o zamanı seçin.

Sabahları erken saatler size uygunsa bir saat erken kalkmayı göze almalısınız ya da gece geç saatlerde bir saat daha geç yatmayı. Herhalde yazarlığın fedakârlık gerektirdiğini baştan biliyorsunuzdur :)

5- Fedakârlık derken her gün yüz sayfa yazmanız gerektiğinden bahsetmiyoruz. Önemli olan güzel ve hissederek yazmaktır.

Düşünülerek yazılmış güzel bir sayfa, kuru laf kalabalığından ibaret yüz kötü sayfadan daha iyidir. On gün sonra elinizde bin sayfalık bir roman müsveddesi yerine, on sayfalık olağanüstü güzel bir öykü olmasını tercih edeceksinizdir.

6- Gizli bir hazineniz var ve siz onu kullanmıyorsanız yazık ediyorsunuz demektir. “Bu hazine ne?” diye düşünmeyin orada rafta duruyor: Sözlük.
Evet sözlük bir yazarın hazinesidir bunu unutmayın.

Değerini daha iyi anlayabilmeniz için size minik bir ipucu vereceğiz; siz yazıyorken her zaman sözlüğe bakabilirsiniz ama okuyucularınız yazılarınızı okurken her zaman yanlarında bir sözlük yoktur.

Yalnız bunu avantaj olarak kullanayım “Yazarın ne kadar geniş kelime haznesi varmış.” dedirteyim derken yazınızı neredeyse hiç kullanılmayan kelimelerle doldurmayın.

Yine söylemekte fayda var; okuyucu yazınızı belki uçakta, belki deniz kenarında belki durakta araç beklerken okuyordur ve okuyucuların çoğu :) yanında sözlük taşımaz. Sözlüğü, yazınızı sadeleştirmek, daha anlaşılır kılmak için yabancı kelimeler yerine ne koymanız gerektiğini bulmak için kullanın.

7- Yazarken sadece parmaklarınızı kullanmayın. Kulaklarınızla duyun, burnunuzla koklayın, dilinizle tadın ve gözünüzle görün.

Bu,yazdığınız konunun içine sesleri, kokuları ve tatları da ekleyin demenin basit bir yolu.

Buz gibi suların gürül gürül akıp kovaları taşırması, fırından gelen mis gibi ekmek kokusu, trenin yanınızdan geçerken bağırmanızı bile bastıracak kadar gürültü çıkarması en çok bilinenlerdir ama siz sessiz bir odada naylon yer kaplaması üzerinde koşan karafatmanın ayak seslerini bile yazabilirsiniz.

Okuyucuların beş duyusunu da harekete geçirmelisiniz bu çok özel bir ipucudur, bunu bir yere yazın.

8- Çok zorlu anlatımlar, büyük düşünce kalıpları basit ve anlaşılır bir şekilde yazılamaz mı? Tabii ki yazılabilir yeter ki yazdığınız her cümleyi tekrar tekrar gözden geçirip sadeleştirmeye çalışarak yeniden düzenlemeyi denemek isteyin.

9- Öykünüzde karşılıklı konuşmalar var yazınız bitti ve içiniz rahat mı?

Olmamalı! Hemen yazınızı elinize alın ve bir de ayna bulun, başlayın kahramanların sarf ettiği cümleleri aynen aynaya bakarak söylemeye.

Ne oldu? Bazılarını sessiz, bazılarını heyecanla ya da çabuk çabuk, bazılarını ise durgun ve yavaş bir şekilde söylemek gerekiyor değil mi?

İşte kimin nasıl konuştuğunu da aynada gördünüz buldunuz, bunu yazınıza da ekleyin.

Aşağıdaki örnek iki cümleye bakın hangisi iyi bir yazar tarafından yazılmışa benziyor?

a) Helena- “Truva’yı bir daha göremeyeceğim” diyerek odadan çıktı.

b) Helena gözlerinde yaş, üzüntülü bir şekilde “Truva’yı bir daha göremeyeceğim” diyerek odadan çıktı.

10- Akıcılığı önleyen yerleri bulmanın en kolay yolu:

Yazınızı bitirince bir teyp bulun ve yazdığınızı okuyarak kaydedin.

Bir hafta sonra yazınızı elinize alıp teybin tuşuna basın. Dinlerken gözlerinizle takip edin ve nereleri kulağa hoş gelmiyorsa orayı takip ettiğiniz kâğıdın üzerinde işaretleyin.

Çalışmanızda akıcı olmayan yerleri belirledikçe bu kadar kolay bir yöntemle bunu tesbit ettiğinize şaşıracaksınız.

11- Yazarken mi düzeltmeli, bitirdikten sonra mı?

Bize göre bitirdikten sonra...

Çünkü yazarken, düzelte düzelte, denetleye denetleye, durup düşünerek bakmak doğal düşünce akışına engel olur. Siz önce içinizden geldiği gibi, dilediğiniz şekilde, istediğiniz kelimeleri kullanarak, kendinizi duygularınızın akışına bırakarak yazın.

Ruhunuzda ne varsa ortaya bir dökülsün, sonra bunu okuyarak düzeltmek kolay olur. Baştan, yazarken denetleyerek ruhunuzu dizginlerseniz yazdıklarınız duygu yönünden kesintiye uğrar ve eksik olur.

Unutmayın! Hatasız yazabilmek, “Etkileyici yazabilme” anlamına gelmez.

12- Fiilleri unutmayın, onlar satırlar arasındaki heyecanı okuyucuya ileten güvenilir dostlardır.

13- Yapacağınız iş kolay değil bunu aklınızdan çıkarmayın. Sakin olun, yazınıza sakin başlayın, çalışmanızı sakin sürdürün. Sabırsızca yazının bitişini düşünmeyin.

Adım adım: önce satırları, sonra paragrafları sırayla halledin. Yoksa paragrafın bütününü düşünmekten o anda yazdığınız satır tam istediğiniz gibi olmayabilir.

Aynı şekilde yazının bütününü ya da sonunu düşünmekten paragraflarınız da istediğiniz gibi olmaz. Kim “tamamı istediği gibi olmayan” bir yazı yazmak ister ki?

14- Çok ama çok zorunda kalmadıkça birbirine bağlı cümleler kurmaktan kaçının. En iyi cümle kısa cümledir. 15-20 kelime ölçü olarak her zaman en iyi uzunluk olarak kabul edilmiştir.

15- Kendinize bir kırmızı kalem alın. Yazılarınıza şöyle bir üstten bakın ve gözünüze uzun görünen paragrafları kırmızı kalemle ikiye, hatta üçe bölün.

Bir paragraf yedi cümle mi içeriyor? Hemen dördüncü cümlenin sonundan ayırıp yeni bir paragraf elde edin. Gerekiyorsa yeni oluşan paragraf başını tekrar düzelterek bir paragraf giriş cümlesine çevirin...

Öykü yazma üzerine tavsiyeler...

İnternette gezinirken çok güzel bir yazı buldum,siteme layık gördüm.Umarım işinize yarar.(karelidefter.blogspot)

Emekli olunca yazacağım... Okul bir bitsin... Şu camları bir sileyim de sonra başlarım gibi bahanelerle yazmayı ertelemeyin.

2- Yazma eylemini fiziksel olarak alışkanlık haline getirin, hemen oturur oturmaz öykü yazmanız gerekmiyor.

Her gün belirli saatlerde (yaratıcı olduğunuz saatleri kendiniz belirleyebilirsiniz) masanızın başına oturarak kalemi elinize alın ve yazmaya başlayın.

3- Eğer kağıtlar size öylece bakıyorsa ve yazacak bir şey bulamıyorsanız sakın vazgeçip masadan kalkmayın ve kaleminizi elinizden bırakmayın.

Arkadaşınıza mektup yazın, okulda ya da işyerinizde o gün başınızdan geçenleri yazın, ama yazın. Bu bir alışkanlık olarak hayatınızda yer alsın.

4- Esin beklemeyin; siz çalışmaya başlamadan ilham perisi de gelmez. Masanıza oturun ve bir şeyler karalamaya başlayın kesinkes bir şeyler olacaktır.

5- Aklınıza gelen, öykünüze alabileceğiniz her şeyi bir yere mutlaka not edin, kağıda geçirmezseniz uçup gidiverir.

6- Yazacaklarınızın konusunu kimseye anlatmayın, fikir alış verişi yararlı olabilir ama birilerine anlatacağınıza oturup yazın.

7- Çevrenizi gözlemleyin, gerektiğinde yazacağınız bir karakterin özelliklerini daha gerçekçi kılmak için o tipteki karakterleri sırf bu iş için zaman ayırıp özellikle gözlemleyin.

8- Dünyanın en iyi öyküsünü yazacağım diye kendinizi çok fazla zorlayarak baskı altına almayın, bu zamanla gelişip rahat rahat yazmaya devam ettikçe kendiliğinden tecrübelerinizle iyi yönde gelişecektir.

9- Yazdıklarınızı hemen herkese göstermeyin ve öykünüz bittiği anda yayınlanması için bir yerlere göndermeyin. Araya zaman koyun ve sonra yazdığınızı “yabancı birinin yazasını değerlendiriyormuş gibi” değerlendirerek tekrar okuyup düzeltilecek yerleri düzeltin.

10- Hangi tip okur, hangi yaş grubu için yazmak istediğinizi belirleyip dilinizin ağırlığını, olayları ve kişileri buna göre belirleyin.

11- Yazar yazmaz dünyanın en iyi yazarı olup başarı kazanacağınız düşüne kapılmayın; yazmak dünyanın en zor işlerinden biridir. Zaman ayırın ve çok çalışın. İlle de bir Tolstoy olmanız gerekmiyor.

12- Yazarken inanarak ve içten yazın, teknik olarak çok düzeyli, dil bilgisi olarak yanlışsız öyküler yazsanız bile samimi ve içten, gönlünüzden geldiği gibi yazmazsanız öyküleriniz etkileyici olmaz.

13- Gereksiz kelimeleri öykünüzden çıkarın, laf kalabalığıyla anlatımı uzatmayın. Bu her ne kadar size tam anlamıyla olayı anlatmanız için gerekli gibi görünse de okuyucuyu sıkar.

(Burada benim aklıma klasik öykü ustalarının dediği “Öykünün başını sonunu atın, geriye gerçek, etkileyici öykü kalır” sözü geldi. Bir örnekte John Steinbeck genç bir yazara “On bin sözcükten oluşan öykünüzü tekrar okuduğunuzda altı bin sözcüğü eleyip atın, kalanın yarısını da sonraki okuyuşunuzda çıkarırsanız yazınız belki güzel bir öyküye dönüşebilir” demiş.)

14- 13. Maddedeki kurala uyarak az lafla çok şey anlatacağım diye kendinizi kısıtlamayın. Kendinizi Salondaki izleyicilere bir perdenin arkasındaki oyunu anlatırken düşünün. Eksik anlatırsanız izleyiciler olup biteni anlayamaz.

15- Vaaz vermeyin ya da bir şeylere karşı çıkmayın. Bırakın okur kendisi bir sonuç çıkarsın.

16- Bu arada en önemli ipucuna geldik: ANLATMAYIN, GÖSTERİN! Bunu biraz daha açayım; Öykünüzün kahramanını (diyelim bu Ahmet olsun) Ahmet şöyledir, Ahmet böyledir diye anlatmayın, Ahmet’in yaptıklarını okuyucuya gösterin.

“Ahmet çok sinirli bir insandır, bağırıp çağırıp insanları üzer.” Yerine, “Ahmet parmaklarını çıtlatıp duruyor, işçilerin malları yetiştirmesi için etrafa olur olmadık emirler yağdırıyordu.” diye yazmak okuyucuya Ahmet’i göstermenin bir yoludur.

Parmaklarını çıtlatan birinin sinirli, gergin bir tip olduğunu bırakın okur kendisi düşünsün, etrafındakilere emirler yağdıran birinin insanları üzdüğünü kendi hissetsin.

Yoksa fıkra anlatırken ikide bir “Bak şimdi burası çok komik...” diyen biri gibi olmaktan kurtulamayız.

17- Kendinize özgü bir dil yaratın, genellemelerden beylik sözlerden kaçının. “Badem gözlü”, “keman kaşlı”, “bakışları hiddetli”, “gözlerinden şimşekler çıkaran” gibi her yerde karşımıza çıkan tanımlamalar anlatımı sıradanlaştırır.

18- Mutlaka bir izleğiniz yani temanız vardır ve anlatacağınız ana konuyu belirlemişsinizdir. İşte bunu bir yere yazıp öykünüzü bu çizginin dışına taşırmamaya çalışın. Ne yazacaksanız bir ana fikir belirleyin ve bunun dışana çıkmayın “Savaş felakettir”, “Kıskançlık aşkı öldürür” vs.

Böylece saptadığınız ana konuyla ilgisi olamayacak fikirlerin yazınıza dahil edilmesini engellemiş olursunuz.

Hem savaşın acımasızlığını yazıp barışın değerini kanıtlamaya çalışıp hem de savaştan yana bir tutum içinde olmak herhalde işleri iyice karıştırır ve sizi anlamsızlaştırır.

Ama masanızda bir yere “Savaş felakettir!” notunu yapıştırır da hep bunu göz önünde bulundurursanız, barış yanlısı öykünüzde asla “Savaşın bize göre haklı yanları da vardı.” diye bir cümle kurmazsınız.

19- Kurgu, klasik anlamda hep giriş, gelişme, sonuç olarak bilinen kimi zaman serim, düğüm, çözüm diye tarif edilen yazıya ait “yapı”dır.

Öykünün akış yönünde, bir konu anlatılırken, giriş yapılır (serim), olaylar gelişir, yan olaylar, karakterler vs. girer çıkar, sorunlar ya da engeller belirir (gelişme yani düğüm noktası) daha sonra bunların hepsinin birbirine bağlanarak iyi ya da kötü bir sonla bitirilmesi gerekir.

İşte bu da sonuç (çözüm) bölümüdür. Öyküye sondan başlanıp geriye doğru olayları yer yer anlatıp açıklayarak en başa doğru da götürebilirsiniz, ortasından başlayıp sonra başını anlatıp sonra sonucu da açıklayabilirsiniz.

Mühim olan okuyucunun merakla sorular sormasını ve öyküden kopmamasını sağlamaktır.

Bunu başarabilirsek öykümüz iyi bir öykü olmaya adaydır; hele hele bir de karakterleri, yerleri ve zamanın özelliklerini (ekonomik kriz zamanları, deprem sonrası gibi) bu üç ana bölümün (giriş, gelişme, sonuç) aralarına geçiş olarak (ara sahne) bağlayabilirsek oldukça inandırıcı ve gerçek bir öykü elde etmemize az kalmış demektir.

20- Psikolog olmamız gerekmez ama karakterlerimizin kağıttan uyduruk tipler olmasını engellemek için onları insani özelliklerle ya da psikolojik öğelerle donatmayı unutmamalıyız; Korkak, öfkeli, istekli, hırslı, kıskanç, açgözlü, tembel, çalışkan ya da gururlu gibi. İnsani davranışları ve bunları oluşturan sebepleri açıklayarak karakterleri üçboyutlu hale getirebiliriz.


27 Nisan 2011 Çarşamba

bir fotoğraf daha...

                           Yazdıklarınız sizi temsil eder,sizin kişiliğinizi ortaya çıkarır.

bir site öneriyorum....

ADI:    http://yazaratolyesi.blogspot.com/





                              deneyin!!!!!!!!!!!

bir arkadaşımın kitaplar (aslında süreci) hakkındaki doğru yorumu

Arkadaşım Nisan(blogu: http://nisanininternetgunlugu.blogspot.com/) şöyle yazmış;

Kitaplar... kitaplar... okursun okursun biterler devamını istersin gelmezler. Çok sinir bozucu değil mi?
Hem bir de garip bir şey var ki ailen kitap okumanı isteyince okumazsın, sonra bir ara açarsın kitabı dalarsın. Garip olanı ise "Bırak şu kitabı" demeye başlamaları. Hem, biz onların istediğini yapıyoruz! Noooluyo!


Harikasın Nisan!!! Ama ben yine de kitapları seviyorum.(Ama haklısın kitapların devamı gelmeli!)

haftanın kitabı

Bu hafta size önerdiğim kitap YÜRÜYEN ŞATO'dur.Yazarı Diana JONES'dur.Oscar'a aday olmuştur.Bu kitap Sophie,Calfier,Micheal ve Howl'un başından geçmektedir.Usta bir dille yazılmış ve lezzetli bir hikayedir bu.